
Tatil Güncesi Temmuz 2016 / Alaçatı, Çeşme, Karaburun
Ah tatil , canım tatil, daha şimdiden özledim seni tatil kıvamında gezen Banu; fotograflara bakıp bakıp iç çekiyordu ki “Tatil Günlüğü / İzmir 1” yazısının devamını yazmalıyım dedi.
Evet, nerde kalmıştık…
Tamam hatırladım; İzmit – Urla yolundaydık en son…
Urla; canım cicim eşim Hakan’ın İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’de okurken 5 yılını geçirdiği, çok kıymetli dostluklar edindiği; Kaval Yelleri dizisiyle yıldızı parlayan güzide bir İzmir ilçesi. Ben çok sevdim bu sakin beldeyi. Hakan’nın öğrenciyken kaldığı Eylül Apart’ın sahibi, “bizim İzmir’deki babamız oldu” dediği Özer abi sağolsun konaklama sponsorumuz olarak bizi Eylül Apartta misafir etti. Böylece Alaçatı ve Çeşme’nin bayram zamanı uçmuş olan otel fiyatları şokuna girmeden keyifle sürdürebildik tatilimizi. Urla – Alaçatı arası yarım saat kadar sürdüğünden 3 Temmuz Pazar günü Urla’ya gelip eşyaları aparta atar atmaz kendimizi Urla – Alaçatı yolunda bulduk.
Alaçatı’ya ilk gidişim olduğu için; taş evlerin, erguvan ağaçlarının, cafelerin ve restoranların büyüsüne kapılıp saatlerce bi aşağı bi yukarı, bi o sokağa bi bu sokağa yürüyüp durdum. Bişeyler içelim diye oturduğumuzda anladım yine ne kadar yorulmuş olduğumu.
Olsundu, herşey böyle güzel ilerlesindi..
İzmir’i sevdiğim gibi yavrusu olarak gördüğüm Alaçatı’yı da çok sevdim.
Düşünsenize kapınızın önünde domatesler kızarıyor ama kimse bu çiti koruması olmayan minik domateslere zarar vermiyor; öylece büyümeleri izleniyordu.
Ertesi gün; bir önceki gün yorulan, hatta yürümekten ayakları su toplayan biz değilmişiz gibi erkenden uyandık. Tepe Kahve Çetin’in Yeri’nde her şeylerini kendileri yapan , yaptıkları tüm kahvaltılıklar muazzam lezzetli olan yolüstü mekanıyla tanıştırdı Hakan beni. Öğrenciyken paraları olduğunda buraya gelirlermiş 🙂
Leziz bir kahvaltı ardından yolumuzu Aya Yorgi koyunda bulunan Paparazzi Beach’e çevirdik. Paparazzi’yi seçmemizin nedeni diğer özel plajlar gibi cıstak çıstak olmaması ve giriş için ödenen ücretin içeride kullanabiliyor olmasıydı.
Giriş ücreti 2016 yılı Temmuz ayında, kişi başı 100 TL’ydi. Ancak Vodafone Red tarifesi olanlar %50 indirimle girebiliyorlardı plaja. Bizde bu kampanyadan yararlandık ve giriş için 2 kişiye 100 TL ödeyerek öğle yemeğimizin parasını girişte vermiş olduk 🙂
Ben hem plajı, hem denizi, hem mekandaki hizmeti hemde yemekleri çok beğendim. Bir daha Aya Yorgi koyuna gitsem yine kendimi Paparazzi’de bulurdum.
Tarihler 4 Temmuz’u gösterirken biz keyifli tatilimiz bitecek diye üzülmeye başlamıştık bile. Zaman hızlı geçiyordu ve biz şimdiden aylardır hayalini kurduğumuz tatilin yarısına gelmiştik.
Aya Yorgi koyundan ayrılıp Alaçatı Merkeze yeniden geldik. Akşam yemeğini güzel bi yerde yiyelim diye arabada plan yapmıştık. Bu yüzden bi aşağı bi yukarı volta atmaya başladık. Her restoranın menüsüne bakıyor, fiyatlarını karşılaştırıyorduk ki; ilgisi, güler yüzü ve bir de “balığı ben pişiriyorum ama” demesiyle akşam yemeğimizi yiyeceğimiz mekanı belirleyen Alparslan Bey ile tanıştık.
Burası “Yasemin’in Mutfağı”
Tüm mezeleri Yasemin Hanım kendi hazırlıyormuş, Alparslan Bey’de balıkları pişiriyormuş. Restoranın üst katında butik şirincecik birde otelleri var. Yasemin Hanım ve Alparslan Bey İstanbul’dan Alaçatı’ya yeni taşınıp bu mekanı açmışlar. Çok da iyi etmişler. Onlara nasıl özenip gıpta ettiysem; yemek sonrası Urla’ya dönerken gündemimizde “bir gün bizde İstanbul’u bırakıp küçük bir yere yerleşebilir miyiz acaba” vardı.
Yemek sonrası kahve içelim diye oturduğumuz İmren Han’da dondurmaların cazibesine kapılıp sakızlı kahve yerine sakızlı dondurma siparişi verdik.
Günler hızla geçiyor ve ben tatilimize doyamıyordum 🙂
5 Temmuz Salı günü Ramazan Bayramı’nın ilk günü olduğundan mütevellit; Hakan bayram namazına gitti. Bende o gelene kadar etrafı toplayıp bayramlık mayomu giydim 🙂
Dünden çok beğendiğim Tepe Kahve’ye yeniden gittik ve çalışanlarla bayramlaştık. Kahvaltımız gelene kadar aile büyüklerini arayıp yanlarında olmadığımız için triplerini kucakladık.
Güne erken başlamanın gazıyla rotayı Çeşme Altınkum’da bulunan Fly Inn Beach’e çevirdik.
Fly Inn Beach’in Temmuz 2016 giriş fiyatı kişi başı 50 TL’ydi.
Ben Fly Inn’i de çok beğendim. Çünkü tam bir sosyal tesis şeklinde planlanmış kocaman bir alana kurulu. Denizin içindeki salıncağı , hamağı, trambolininden tutunda restorantlarının çeşitliliğine , içinde bulunan mayo kurutma makinelerinden , kurulan firma standlarına, etkiliklere , yarışmalara kadar her şey , her detay mükemmeldi.
Biz evli ve sakin bir çift olarak Fly Inn için eksik kaldık ama fıkır fıkır kaynayan gençler için harika bir plaj. Tüm gün hiç sıkılmadan eğlenebilir, yiyip içebilir ve kaliteli vakit geçirebilirler. Bizim önceliğimiz rahat edelim, lezzetli yemekler yiyelim ve dinlenirken rahatsız edilmeyelim olduğu için, Fly Inn bize yetti ve arttı. Tek sıkıntımız denizin soğukluğuydu. O kadar soğuktu ki iki kere yüzmeyi denediysekte başaramadık. Tüm gün yastıkların üzerinde bi o tarafa bi bu tarafa yattık durduk 🙂
Fly Inn akşamı Çeşme’yi gezelim dedik ama niyeyse Alaçatı’dan sonra Çeşme bize sıradan geldi 🙂 Bu yüzden koşa koşa Alaçatı’ya geri döndük. Alaçatı da gidilmesi gereken Enginare diye harika zeytinyalılar yapan bi mekan vardı ve biz hala oraya gitmemiştik.
-Evet sayın okuyucu doğru düşünüyorsun ; tüm tatilimiz yatıp kalkıp yemek yemekten ibaretti. Bu yüzden tatilden dönerken aldığımız kilolarımızı da yanımızda İstanbul’a getirdik 🙂
Alaçatı’daki son akşamımızda Hacı Memiş Mahallesi’ni , antikacıları gezdik. Çok beğendik , alamadan geri döndük : )
6 Temmuz Salı günü yeni yerler keşfedelim diye Karaburun’a doğru yola çıktık. Yol üstünde değişik reçelleriyle ünlü Taş Ev’de kahvaltımızı ettik.
Karaburun’da Mimoza Koyu’nu bulduk ve sıcak denizin keyfini çıkarttık. Karaburun dalış yapmak isteyenler ve sakin bir tatil geçirme hayali içinde olanlar için birebir.
Mimoza Koyu’ndan eve erken döndük çünkü yarın sabah Şirince için yola çıkacaktık ve artık toparlanma vakti gelmişti. Eve erken dönelim derken akşam Urla merkezi gezmeden , Ehl-Balık’ta balık yemeden , Çeşmealtı’nda kahve içmeden ayrılmayalım dedik.
4 günde Urla ve dolaylarında yaşadığım huzuru ve stressizliği İstanbul’un neresinde yaşayabilirim diye düşünüyorum ve yaşadığım şehri sevmeye çalışıyorum şimdilerde. Küçükken Değirmende’den İstanbul’a annaannemi ziyarete geldiğimizde içim pır pır olurdu halbuki “İstanbul’a gidiyorum” diye.
Şimdi niye bozuldu aramız , neden şehir sınırları içine girdiğimizde kıskaçta gibi hissediyoruz kendimizi?
İş yoğunluğu mu? Stres mi? Trafik mi? Kötü havadan derin derin nefes alamayışımızdan mı? İnsanlara güvenimizin kalmamasından mı?
Çözeceğim ben bu işi.
Du bakalım…
Banu

