
Tatil Güncesi Temmuz 2016 / İzmir
Merhaba; 9 günlük tatilden sonra henüz kendine gelememiş, Çarşamba gününü bile adeta bir Pazartesi gibi sendrom dolu yaşayan mükemmel insanlar : )
Evliliğimizin 1.yılını henüz doldurmuş, balayında yorgunluktan pandalar gibi yuvarlanarak suya girip yemek yemekten başka bişey yapmamış ve bir de Hakan bu yılın izinlerini geçen sene evlilik telaşına hiç etmiş olmasından dolayı Ramazan Bayramı’nı tatilde geçirengillerden olduk.
Ama evren bize adeta gitmeyin diyordu, gidip ne yapacaksınız diyordu, oralar şimdi çok kalabalık diyordu : )
Bu yüzdendir ki tatilimiz başlamadan bir sürü aksilik yaşadık. Ama yaşadığımız aksiliklerden en büyüğü ve bizi en çok etkileyeni Ege’ye doğru yola çıkmadan bir hafta önce yaptığımız Devrek ziyaretinde arabamızın arızalanması, bizim İstanbul’a dönüp arabamızın Devrek’te kalması oldu.
Bu yüzden tatilimiz 1 Temmuz Cuma günü mesai çıkışı değil de 29 Haziran Çarşamba günü İstanbul – Devrek güzergahı ile Kamil Koç turizmin katkılarıyla başlamış oldu.
Hal böyle olunca Çarşamba gecesi Devrek’e vardık. Otobüsten inip gözümüzü açamadan uyku deryasında bulduk kendimizi; sonra bi bakmışız Perşembe oluvermiş. Perşembe günü arabamızı tamirden alıp yeniden yola koyulduk. Bu sefer güzergah Devrek – İzmit !
Değirmendere canım memleketim dediğim yer olduğundan mütevellit, bi başka özeldir benim için. Gölcük’ü geçip Migros’u gördüm mü içim içime sığmaz, çocuk olurum. Bir hafta önce Devrek’e gitmeden uğradığımız ve hiç bir şey anlamadan yola devam ettiğimiz Değirmendere’ye bu sefer biraz daha uzun vakit ayırmak istedik ve yolun sonunda soluğu Cankız Merve’cimlerde aldık. Değirmendere’de bir gece geçirip dinlendik; ertesi gün büyükler ziyaret edildi, öğle güneşi geçti derken artık istikamet İzmir’di. Ancak hem trafik, hem oruçlu olmamız hem de Kadir Gecesi üstüste gelince Bursa’da durup iftar yapmayı sonrada ibadet etmeyi uygun görüp Bursa ekibini harekete geçirdik. Hal böyle olunca 30 Haziran Perşembe günkü güzergah değişip İzmit – Bursa oluverdi.
Dinlenmeden yola çıkılmaz ısrarlarına boyun eğip geceyi Bursa’da geçirdik. Sabah olunca artık nihayet istikamet Bursa – İzmir di ve ben heyecandan sabahın köründe kalkmıştım. : )
İzmir’e daha önce eğitim ve arkadaşımın düğünü için gitmiştim ama gezme fırsatım olmamıştı. Şimdi fırsat bu fırsattı.
İzmir’e vardığımızda ilk önce Airbnb.com dan ayarladığımız hostele gidelim eşyaları bırakalım dedik. Ancak aksilikler burada da peşimizi bırakmadı. Hostel’in fotoğraflarla alakası yoktu. Fotoğraflarda ferah geniş rengarek odalar görünürken bize verdikleri oda en fazla 4 m2, bodrum katında, zemine açılan penceresi olan ancak pencerede sineklik olmadığından odayı böcek arkadaşlarla paylaşmaya zorunlu bırakıldığımız karanlık bir odaydı. İlk şoku atlattıktan sonra ayrılmak istediğimizi ilettik ve ayrıldık. Akşama görüşeceğiz diye sözleştiğimiz Hakan’ın arkadaşı Ali’nin evinde soluklanıp gezmelere başladık.
İlk durağımız Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde bulunan ve öğrencilerin istila ettiği Alavara’ydı. Burada menü yok; tek çeşit makarna var. Makarnanın boyutuna yani tam mı yarım mı olduğuna karar verdiyorsunuz. Sonra önünüze; çubuk makarna üzerinde seleserpe yatan domatesli soğanlı baharatlı değişik bir lezzeti olan sos , mısır ve kaşar dan oluşan bol malzemos makarnamız geldi. Tabağın önüme geldiğini hatırlıyorum, sonrası boşluk 🙂 Hesap ödemek için kalktığımızda boş tabakları gördüğümü de hatırlıyorum yalan olmasın : ) Nasıl bir delilikle yediysem artık : )
Yemeğimizi yedikten sonra İstanbul’un İstiklal Caddesini andıran Kıbrıs Şehitleri Caddesinde gezerek Sevinç Pastanesine ulaştık. Oradan hız kesmeden Sevgi Yolu’na yürüdük. Minik tezgahlardan bileklikler aldık. Sonra yürümek alışkanlık oldu diyip Konak İskeleye vardık. Yorulduğumuzu farkedip Konak Pier’de soluklandık. Mükemmel manzarasıyla bizi karşılayan %100 Rest. Cafe de dinlendik ve güneşin batışını izledik. Yorgunluk yürümemize engel olunca Asansöre gidebilmek için mecburen taksiye bindik.
İzmir’e gitmeden önce yaptığım gezilecek mekanlar listemde ilk sırada Asansör vardı. Asansör geçmiş zamanlarda yaşlı ve hamilelerin dik merdivenleri tırmanmaları zor oluyor diye yaptırılmış, benim yukarı İzmir dediğim mahallelere ulaşımı sağlayan bildiğimiz sıradan asansörlere benzeyen ama üst katta inilince tüm İzmir’i izleyebildiğiniz balkona açılan sihirli kapı.
Bahsettiğim balkon bildiğiniz mini Çamlıca Tepesi desem haksızlık etmem.
Bu balkondan İzmir’i izlemek inanılmaz keyifliydi. Evden ayrıldığımızdan beri ilk defa şansımız yaver gitti ve tam manzara karşısında bir masa buluverdik; oturup sohbet ettik, güldük, dinlendik. Böylece sabah ve öncesinde yaşadığımız tüm sıkıntılara reset atmış olduk.
Asansör’den ayrılırken kızların öve öve bitiremediği “bombayı” yemek için Kıbrıs Şehitleri Caddesine geri döndük ve Çelebi Unlu Mamullerini bulduk. Ölmeden yenmesi gerekenler listesinde “ilk 10” a koyduğum bombadan yedik ve yedek bataryayı devreye sokmuş olduk.
Sonra “eee şimdi nereye” diye bakışırken Ali çimlere gidelim dedi. Önce bi anlayamadım ama vardığımızda ne güzel olmuş dedim. Ayakkabılarımızı çıkarttık, içeceklerimizi ve çekirdeklerimizi alıp serildik çimlerin üzerine. Omzumda hafif bir Alsancak rüzgarıyla huzur doldum. Grup grup çimlerin üzerine yayılmış yaşlı, genç, çocuk her telden insanı gördükçe içimden “İstanbul’da olsa çoktan dağıtmışlardı herkesi, buraya da bi yapı dikivermişlerdi hemencik” diye geçirmeden edemedim.
“İzmir insanı” derler ya hani hep; neden olduğunu buldum. O İzmir’in insanını ilk önce birlikte oturduğumuz arkadaş grubumuzda gördüm. Konu ne olursa olsun İzmir’den bahsedilirken “şunu şöyle yapıyoruz , şuna izin vermiyoruz, şuna karışmıyoruz” diye anlatıyorlar. Yani şehirde ne oluyorsa hayrınıda şerrinide herkes üstleniyor. Bizler gibi suç atmıyorlar. Düzeltmeye çalışıyorlar. Siz burda çimlerdeki çekirdekleri toplamaya çalışıp; “çekirdek kabukları çimleri öldürüyor, atmayın diyoruz ama unutuyorlar, atıyorlar.” sıcaklığıyla şehrini seven İstanbullu gördünüz mü?
Keyiften mest olmuş ama yorgunluktan yedek bataryayı bile harcamış halde eve döndük. Deliksiz bir uyku çekip sabah Bornova’da bayoz yemeğe gittik. Karnımızı doyurunca yolumuz Saat Kulesine yöneldi, Saat Kulesi Kemeraltı, Kızlarağası Hanı derken yine günü yarılarken beynimizin güneş altında haşlandığını farkederek yavaştan İzmir’e veda etmeliyiz dedik.
Kordon’da Kumrucu Şevkiyi bulup kumrularıda hüplettikten sonra navigazyona Urla yazarak İzmir – Urla güzergahına girmiş olduk.
İzmir’e Gidildiğinde Görülmesi Gereken Başlıca Yerler
* Alsancak Kordon
* Kıbrıs Şehitleri Caddesi
* Sevgi Yolu
* Konak Pier
* Tarihi Asansör
* Saat Kulesi
* Tarihi Kemeraltı Çarşısı
* Cebeci Unlu Mamülleri 🙂
Urla’ya yol alırken aslında para kazanmak uğruna ne çok şeyden feda ettiğimizi farkettim. Hakan’la eve yorgun gelişlerimizi, onun akşamları da mutlaka bilgisayar başına geçişlerini, bitmek bilmeyen ev-mutfak işlerini düşündüm. Aslında daha basit bir yaşam mümkündü. Çok paraya gerek yoktu, mutluluk çocukların daha huzurlu yaşamalarında sokakta oynayabilmelerindeydi.
Geç değil.
Hala hayal kurabiliyorken hiçbir şey için geç değil.
Banu

